Hz. Hüseyin'in şehit edimesi ve Yezid katliamları

Hazırlanmakta olan
''Nizamülmülk'den Atatürk'e Türklerin kayıp 1000 yılı'', adlı kitabımdan alıntılar.
-----------------------------

TARİHE GEÇMİŞ YEZİD’LER
1-    Hz. Hüseyin’ın katlini yapan Yezid Bin Muaviye.
2-    Yezid bin Müslim 
3-    Yedid Bin Mühelleb
4-    Yezid Bin abdulmelik.
Bu sayfada sadece Hz. Hüseyin'in katliamını emir veren. Yezin Bin Muaviye'den bahsedeceğiz. Diğer yezitler kitabın konusu içinde yazılmıştır. 
Muaviye’nin oğlu 1. Yezid. Yani Yezid Bin Muaviye. 
Hz. Hüseyin ve yakınlarının Kerbela’da katledilişlerinin üzerinde kısaca durmak gerekiyor.
Yezidlerin yani Muaviye sülalesinin ilk katliamları olan Hz. Hüseyin ve Kerbela vahşeti: Sene 680 (Bazı tarihçiler 82, 83 gibi rakamlar da telafuz ederler. Bu bilgiler Taberin’in kitabından alıntı yapılarak yazılmıştır.
 Hz. Muhammed’in ölümünün üzerinden 48 yıl geçmiş.  Hz. Hüseyin ve Ehl-i beyt hilafetten dolayı Muaviye sülalesi ile düşman durumundalar.
Hz. Hüseyin, Küfe’den davet alır ve Mekke’den Küfe’ye göç etmek (gitmek ister). Yakınında bulunan herkes, ehl-i beyt şleri gelenleri ‘’Ya Hüseyin, Küfeliler’in sözüne güvenme, onlara inanma, Babana ve kardeşine neler ettiklerini ne çabuk unuttun? Sana da kötülük edecekler. Hak Teala’nın hareminden ayrılma’’ dedilerse de  Hz. Hüseyin’i kararından vazgeçiremediler. Hz. Hüseyin Küfe’ye gitmeye kararlıdır. Yanındakileri ‘’Madem ki sen kararlısın o zaman çocuklarını ve aileni yanında götürme’’ dediler. Hz. Hüseyin ‘’Ben kimseyi benimle gelmeye zorlamıyorum, isteyen benimle gelir, istemeyen burada kalır’’ dedi. Bunu üzerine çocukları ve tüm ehl-i beyt onu yalnız bırakmamak için hep beraber yola çıkarlar.
Düşmanları haber almadan Küfe’ye varmak ister, onun için olabildiğince hızlı hareket ederler.
Ancak hesaplar Hz. Hüseyin’in beklediğinden farklı gelişir. Yezid Bin Muaviye bunu duyar, Kervanın Küfe’ye varmadan Rey şehrinde yolunu kesmesi için İbn Ebi Vakkas’ı görevlendirir. Vakkas’dan önce hızlı davranan, Ehl-i beyt taraftarı ve Hz. Ali’yi çok seven Hür bin Yezid adında biri Hz. Hüseyin’e yetişir ve tehlikeyi haber verir Hz. Hüseyin’i uyarır. ‘’Yezid Bin Muaviye’nin adamı vakkas,  dört bin kişiyle sana yetişmek üzereler, ya geri dön ya da, yolunu değiştir’’ der. Hz. Hüseyin ‘’Bu kadar kişiyle geri dönmek olmaz, zaten Küfe’ye yolumuz az kaldı.’’ Der ama yol değiştirmek konusunda fazla katı davranmaz. Yollarını değiştirirler, Fırat kıyısında Kerbela denilen bir yere varırlar ve mola verirler.
Hz. Hüseyin ve yakınlarını Kerbela’da olduğunu duyan Ömer Bin Sa’d, Kerbeya’ya Vakkas’dan önce yetişir. Hz. Hüseyin’i görünce, askerlerinin arasından çıkarak, ‘’Ey peygamberimizin torunu, biz biliyoruz ki hilafet işinde hak senindir, ama ne yapalım ki, Hak Teala hilafeti sana nasip etmedi. Baban nice bela ve zahmet çekti, şehit oldu. Kardeşin Hasan’da hilafetten vazgeçti. Sende kerem eyle, laf dinle, bu hilafetten vazgeç, yerinde otur’’ dedi.
Hz. Hüseyin, ‘’Madim ki vaziyet bu durumda, bana müsaade edin, Birincisi. Mühlet ver ki, Mekke’ye gideyim orada oturup karar kılıyım. İkincisi belirsiz bir yere gideyim. Üçüncüsü de. Şam’a gideyim, Yezid’le kendim bu  hususları konuşayım. Ömer Bin sa’d da ‘’Güzel söyledin’’ dedi. ‘’Şimdi Ebeydullah’a mektup yazayım, ne emreder göreyim’’ dedi. Mektup Ebeydullah’a gelir. Ubeydullah cevabında. ‘’Hz. Hüseyin’i önce bana gönder, ben de Yezid’e gönderiyim’’ dedi.
Gelen cevap Hz. Hüzeyin’e bildirildi. Hz. Hüseyin’de ‘’Oraya gitmeye hacet var mı? Adam göndersin onunla birlikte, Yezid’e  varalım’’ dedi. Ubeydullah  buna razı olmadı. ‘’Muklaka benim yanıma gelmesi gerekir, gelmeden olmaz’’ dedi. Bir hafta bu pazarlık sürdü. Mektuplar gitti geldi. Hz. Hüzeyin, Ubedullah’a güvenmiyor, Ubedullah da Hz. Hüseyini görmeden Yezid’e göndermek istemiyordu. Sonuçta Ubeydullah sürenin uzamasına ve istediği sonuca varamamasına çok sinirlendi ve Son olarak Ömer Bin sa’d a mektup yazdı. ‘’Be seni oraya Hüseyin’e nedimelik yap diye göndermedim, ya onu bağla bana getir, ya da yapamıyorsan, yerine başka birisini göndereyim’’ dedi. Aldığı sert emir karşısında Ömer, Hz. Hüseyin’in yanına gider. ‘’Ya Hüseyin, ben sana çok mühlet ve zaman verdim. Kanına da ortak olmayayım diye çok çalıştım fakat ne çare ki, seninle cenk etmem emri geldi. Seni tutuklayacağım.
Bunun üzerine Hz. Hüseyin bir gün daha mühlet ister, Ömer de kabul eder.
Ubeydullah iyice işkillenir ve Şimr adında bir komutanı yanına çağırır. ‘’Ömer benim emrime kulak vermiyor, münafıklık ediyor. Yürü sen gir, Ömer’in beratını elinden al. Askere komutan ol. Ve Hüseyin’i ya tut bağla bana getir ya da öldür.’’
Hz. Hüseyin’in Ömer’den mühlet aldığının günün daha ikindi vaktiydi ki , Şimr celladı gelir. Doğrudan Hz. Hüseyin’in yanına varır. ‘’Mühlete gerek yok, Ubeydullah hemen seni istiyor’’ der. Hz. Hüseyin sonun yaklaştığını anlamıştı. Hava kararmak üzereydi, akşam olmuştu.
Hz. Hüseyin gecenin yarısına kadar savaş hazırlıkları yaptı. Etrafında onunla beraber gelenlerle toplantılar yaptı.   Ama, savaştan önce savaşı kaybecek fiziki koşullar devreye girdi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Ömer Bin Sa’d a, Ubeydullah’tan bir adam gelerek ‘’Hz. Hüseyin’le cenk istiyorsan önce Fırat  ırmağının yolunu tut, onlara su verme, ırmaktan dahi su almalarını engelle’’
Bu haber gelince, Ömer, Sa’d İbni Haccac’ı beş yüz kişi ile gönderdi, Fırat ırmağına giden yolu kapattı. Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beyt’in ırmaktan su almalarına da izin vermedi.
Hz. Hüseyin askerlerinin hiç suları yoktu. O kadar susuz kaldılar ki, susuzluktan dudakları çatlamak üzereydi.
Çaresiz kalan Hz. Hüseyin ki, ‘’Allahü Teala şefaatinden bizleri uzak kılmasın’’  dedi. Kendi halinde yalvardı, yakardı ve şiirler söyledi.
Çünkü, oğlu Ali Bin Hüseyin, ki; ona Zeynel Abidin denirdi- hasta yatmaktaydı. Babasının şiirlerini duyunca ağladı, kadınlar da hepsi ağlaştılar.
Hz. Hüseyin de onlara ‘’Ağlaşmayın. Düşman işidir. Şad olur. Güzel günler gelir’’ dedi. Sonra da imam Hüseyin yüzünü gökyüzüne çevirerek: ‘’Yarab, sen bilirsin ki, bu kavim benimle bey’atta bulundu ve antlarını, yeminlerini bozdular. İntikamımı onlardan alıver. La havle vela kuvvete’’ dedi (Bana sert esen havle rüzgarlarının gücünü ver’’ dedi
Sonra kendisi ile birlikte olan yüz kırk kişiye ‘’Ey kavmim! Dedi. Benim mıuradım sizi cenge sokmamaktı. Sizin bana sizin bana yoldaşlık etmenizdi. Düşman çok. Benim onlarla savaş edecek gücüm yok. Gitmek isteyen gidebilir. Sizi selametle evlerinize yurtlarınıza gidin. Ben de Allahın takdiri ne ise onu bekleyim. Yanındaki insanlar bu sözler üzerine ağlaştılar. ‘’Ey Allahın resulünün torunu, Biz seni düşman elinde koyunca kıyamet gününde Hak Sübhane ve Teala’nın huzurunda ve Ceddin Muhammed Mustafa huzurunda ne cevap veririz. Canımız sana kurban olsun. Biz hepimiz senin uğrunda kırılmayınca, canımızı vermeyince senin üzerine hiçbir düşman eli ermesin’’ dediler.
Hz. Hüseyin’in o civarlarda bulunan dostlarından bir kişi vardı. Adına: Dermas derlerdi. Dermas, Hz. Hüseyin’in orada olduğunu duyar ve hecin devesine binerek Hz. Hüseyin’in yanına gelir. ‘’Gel ya Hüseyin bu deveye bin, seni bizim köye götüreyim’’ dedi. Son derece sarp, korunaklı bir yer, düşmanın kolay geleceği bir yer değildir’’ dedi.
Hz. Hüseyin, ‘’ben yalnız başıma olsam bu olurdu. Bunca ehlimi ve çocuklarımı düşman eline bırakıp bana ardır, utanacak iştir, dedi. Dermas aldığı cevaptan memnun olmadı, dönüp gitti.
Hz. Hüseyin yorgunluktan uyuyakaldı. Rüyasında Dedesini, Muhammed Mustafa (Sallallahü Teala  Aleyhi Vessellem’i) gördü. Ona: ‘’Ey ciğer köşem Hüseyin’im’’ diyordu. ‘’sakın üzülme. Sakın gamyeme. Yarın gece bizimle akşmlanırsın’’ dedi.
Hz. Hüseyin uyandı, gördüğü rüyayı söylediğinde, ehli ve çocukları  hepsi ağlaştılar Hz. Hüseyin de onlara ‘’Ağlaşmayın ki düşman sevinip gülmesin’’ dedi.
O gece geçti, Sabah oldu. Cuma günüydü. Aşure günüydü. Hz. Hüseyin sabah namazını kıldı. Cenk saatinin geldiğini biliyordu. Ömer İbni Sa’d da askerlerine savaş talimatı verdi Hz. Hüseyin ve yanında bulunan yüz kırk kişiye karşı saldırıya geçtiler.
Hz. Hüseyin, atına bindi, en ön safta yerini aldı ve  son olarak: ‘’Ey Küfeliler hepiniz bilirsiniz ki, ben iki cihan Fahri Hz. Muhammed kızı Fatımetül Zehra’nı oğluyum. Ve Peygamber ona ‘’Etin etimdir, kanın kanımdır’’ demedi mi? Ve yine ‘’Ben ilmin medinesi (şehri) isem, Ali kapısıdır’’ demedimi? Ve savaşı ve vahşeti durdurmak için uzun uzun dil döktü ama ne dedi ise hiç cevap veren olmadı.
Sonra saf bağlayıp karşı durdu. Savaşı karşı tarafın başlatmasını bekledi.
Bunun üzerine Ömer İbni Sa’d öne çıktı ve: ‘’Bu sözleri niçin söylüyorsun, Canını elimden kurtarmak için mi?’’ Hz. Hüseyin de ‘’Ben Allahü teala’dan cennete girmeyi ummaktayım. Senin halinden de cehenneme gideceğin belli’’ dedi.
O gün hava çok sıcaktı, Hz. Hüseyin ve ehli susuzluktan bunaldılar. Ama biraz ötelerinde akıp giden Fırat’ın suyuna ulaşmıyorlardı. Etrafında kim varsa tek tek vuruluyor ölüyorlardı.
Hz. Hüseyin’in beşikte süt emen  bir çocuğu vardı. Adı. Abdullah. Onun ağlayışını işitti ve görmek istedi. Çocuğu getirdiler. Kucağına aldı bağrına bastı. Yüzüne baktı, şefkatle bağrına bastı. Tam o sırada melun bir asker çocuğun kafasını nişan alarak o atar. Ok, çocuğun kulak arkasından girer ve çocuk Hz. Hüseyin’in kucağında can verir.  Çocuğuna tekrar bakar, gözleri dolar, rahmet duası okur ve çocuğun cesedini elinden yere koyar. ‘’Yarabbim sen sabır ver’’ der.
Susuzluk Hz. Hüseyin’inde canına yetmiş, dili damağı yapışmış, hem susuzluktan hem de çektiği acılardan içi yanıyordu.
Fırat ırmağına doğru yürüdü. Düşman askerleri önünden çekildiler. Ve suya kadar vardı. Irmağın kenarına su içmek için yüzü üstü yattı. Şimr Mel’unu ‘’Bu su içerse yeniden hayat bulur, güç toplar, su içmesine izin vermeyin’’ diye talimat verir. Hz. Hüseyin de bir avuç su alır ve ağzına götürür.  Daha bir yudum almıştı ki, çenesine bir ok gelir ve diğer taraftan çıkar. Ağzına aldığı su yere dökülür. Ayağa kalkar, çenesine saplanan oku çıkarır, ağzından kanlar akarak çadırının kapısına kadar geldi. Ömer İbni Sa’d onu için ilerledi. Hz. Hüseyin, yüzüne baktı ve ‘’Beni öldürmeye sen mi geldin’’ dedi. Ömer utandı ve geri döndü, sonra işaret etti adamlarına ve yüksek sesle emir verdi: ‘’Ne duruyorsunuz, öldürmeye bakın, çabuk olun, işi uzatmayın…’’
Hz. Hüseyin’in otuz dört yerinde kılıç ve mızrak yarası, otuz yerinde vücuduna saplanmış ok bulunuyordu… Bu rağmen tek kolu ile yine de hücum etti. Artık mecali kalmamıştı ki, Şimr alçağı üstüne atıldı ve onun mübarek başını kesti…
Yezid soyunun, kendilerinden olmayan veya farklı düşünen insanlara karşı acımazsızlığı ve vahşeti Hz. Ali ile başlar, Hz. Hüseyin ile gerçekten vahşete dönüşür.
Allah, Yezid’ler ve Yezid gibi düşünenlerden tüm insanları korusun.  



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OSMANLIDA ŞERİAT VE FATİH SULTAN MEHMET'İN ''ATAM -DEDEM YASALARI''

KAPADOKYA'DA ÜÇ GÜZELLERİN GERÇEK HİKAYESİ

KİBELE KİM? ANA TANRIÇA KİBELE'NİN GERÇEK KİMLİĞİ NEDİR ?