ORYANTALİST SİYASET ANLAYIŞIMIZ VE GÜDÜK DÜŞÜNCE YAPIMIZIN ALTINDA YATAN GERÇEKLER

ORYANTALİST SİYASET ANLAYIŞIMIZ VE GÜDÜK DÜŞÜNCE YAPIMIZIN ALTINDA YATAN GERÇEKLER
730- 750'li yıllar adı Türk olan homojen Göktürk Devleti'nin yıkıldığı tarih aralığıdır. 732 Tonyukuk Kitabesinin dikildiği tarih olduğunu göre  demek ki, dağılma süreci de 20- 30 yıl sürmüş.
Göktürk Devleti'nin yıkıldığı tarihten sonra Türklerin kayıp yılları başlar.
 Her ne kadar 750'den sonra da Türkler çeşitli adlar ile şehir devletleri yada beylik (boy) devletleri kurmuşlarsa da, bunların hiçbirinde kendi adlarını ve kendi dillerini kullanamadıklarından bu devletçiklere ortak yönetim şehir devletleri diye adlandırmak daha isabetli olacaktır.
650 yıllarında başlayan Emevi askerlerinin çok ağır saldırılarına dayanamayan Türkler, Araplar'ın cihat adını verdiği saldırılarla iyi yıpranmış sonuçta yıkılmak ve dağılmak zorunda kalmışlar.
940'lı yıllarda Türkler'in farslılar ve Araplarla müşterek kurdukları bizim 940'lardan sonra kurulan ilk büyük devleti dediğimiz Büyük Selçuklu Devleti ile Türklerin kayıp yılları artık tarih açısından da tescilli hale gelmiştir. Bazı ümmetçi Türlerin ve tarihçilerin öğünerek anlattıklarının tam aksine Büyük Selçuklu döneminde Türklerin başına esaret halkası takılmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulana kadar bir daha çıkarılamamıştır.
Çünkü, Büyük Selçuklu'nun resmi dili farsça, eğitim dili Arapçadır. Kendi dilini resmi devlet işlerinde kullanamayan, eğitimde başka bir dil (Arapaça) kullanan bir Türk devleti ne kadar Türk olursa o kadar büyük olur!!
730'larda Göktürk Devleti baş veziri Tonyukuk kendi dili ile kitabe diktirirken, daha sonra gelecek 1200 yıl boyunca Türkler birkaç cami, medrese ve köprüden başka bir şey yapamamış olması ne garip değil mi?
Demek ki, kendi dilini devlette ve eğitimde kullanamayan milletler tarihe kalıcı iz bırakamıyorlar.
Hatta kendilerini tarih önünde ifade etmekten ve savunmaktan bile aciz kalırlar. Türkler'de 1000'li yıllardan Cumhuriyet dönemine kadar kendilerini ifade etmekte zorlandıkları açık ve net. Osmanlı döneminde 280'e yakın Vezirden sadece 76'tı sının Türk olması ve bunlarında sonlarının cellat urganlarında son bulmasından belli oluyor. Türklerin kendilerini ifade edememelerine sadece vezir sayısıyla değilde, resmi olarak kullanılan dilin neden Türkçe değildi Osmanlıca denilen, (Farsça, Arapça, Kürtçe, Türkçe) karışımı ne idiğü belli olmayan uyduruk dil olmasından belli. Ayrıca, Büyük Selçuklular'da ve Anadolu Selçuklular'ında büyük sorun olan eğitim dili de Osmanlı'da aynen devam ederek, Türklerin kendi dillerinde eğitim almaları kasıtlı olarak engellenmiş ikinci, üçüncü sınıf vatandaş sayılmıştır.
Kendi dillerinde eğitim alamamış ve kendilerine günlük yaşam içinde çok da lazım olmayacak bir takım hurafe konuların ezberletilerek verilen eğitim sonucunda düşünme, soru sorma, algılama ve yorumla yeteneklerini kaybetmiş bir toplum haline döşüntürülmüş adeta mankurtlaştırılmıştır.
 Şevket Süreyya Aydemir'in ''Suyu Arayan Adam'' adında bir kitabı var. O kitabından kısa bir konu aktaracağım. Mankurtlaştırma olayının ne kadar ileri boyutlarda olduğunu anlamak için çok iyi bir örnek: Şevket Süreyya Aydemir, Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, Enver Paşa'nın Rusya'ya savaş ilanı sonucunda asteğmen olarak Osmanlı- Rus sınırında, Kars- Sarıkamış bölgesinde görevlendirilir. Gözlemlerini ve Osmanlı Askerlerinin içinde bulunduğu hem ruh halini hem kültür yapısını anlattığı kitabında şunları söyler: Askerle sordum, Biz hangi dindeniz? Elhamdülillah müslümanız dediler. Hangi milletteniz diye sordum, bazıları Osmanlı dedi, bazıları birbirine baktı. Biz Türk Milletinden değilmiyiz diye sordum. Hep bir ağızdan ''Estağfurullah'' dediler. Sanki Türk Milletinden olmak bir utanç ve aşağılanmaya sebepmiş gibi tepki verdiler. Türkleri bin yıl sonunda getirildikleri durum bu noktadaydı.
Kısır ve güdük düşüncemizin altında da ...
Devam edecek.....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OSMANLIDA ŞERİAT VE FATİH SULTAN MEHMET'İN ''ATAM -DEDEM YASALARI''

KAPADOKYA'DA ÜÇ GÜZELLERİN GERÇEK HİKAYESİ

KİBELE KİM? ANA TANRIÇA KİBELE'NİN GERÇEK KİMLİĞİ NEDİR ?